Türklerin İslamiyet’i kabulü ve
daha yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla, seramik sanatında da önemli gelişmeler
sağlanmaya başlanmıştır. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra seramik sanatı, bu
bölgede 8.000 yıldır süregelen geleneği de bünyesine katmış ve yepyeni bir boyut
kazanmıştır. Bu sentezin sonucunda özellikle Kütahya ve Çanakkale önemli seramik üretim
merkezleri hâline gelmiş, çini yanında hayvan şekilli kaplar Çanakkale seramiklerinin simgesi
olmuştur. Yine de, Osmanlı seramik sanatının doruk noktası İznik’tir. Bu üretim merkezleri
zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı
yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam
geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.
Sanat tarihinde ‘Çini’ İslam mimarisini ve ona paralel gelişen seramik
sanatını
çağrıştırmaktadır. Türk, İran, Moğol, Arap ve Berber asıllı toplumların
Orta Asya’dan
İspanya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada 7. yüzyıldan çağımıza kadar
geliştirdikleri çini
ve seramik sanatı, devir ve ülkelere göre farklılıklar ortaya koyar. Bu
gelişme çizgisinde
Selçuklu’dan Osmanlı devri sonuna kadar çini ve seramik sanatı oldukça
özgün ve ilklere
damgasını vuran özellikler sunar. İslam sanatında farklı bölge ve
devirlerde görülen
yeniliklere rağmen, müşterek detaylar, süsleme ve mimari özellikler
dikkati çeker. 14.
yüzyılın başında, Selçuklular’ın Anadolu’daki egemenliğinin sona
ermesiyle başlayan
dönemde, Karahanlı ve Aydınoğulları Beylikleri, inşa ettikleri eserlerde
çini-mozaik tekniğini
ve yıldız biçimindeki sırlı tuğla geleneğini sürdürmüştür. Aynı dönemde
giderek güç kazanan
Osmanlı Beyliği ise, siyasi açıdan hızla gelişirken mimari ve sanat
alanlarında da görkemli
örnekler vermektedir. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlılar Anadolu’nun
büyük bir bölümüne
hâkim olmuştur. Bu güç değişimi, kabaca iki yüz yıllık bir devri
kapsayan dönemin “Beylikler
ve Erken Osmanlı Devri” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Sanat
anlayışının
değişmeye ve gelişmeye başladığı erken Osmanlı devrinde, Klasik Osmanlı
sanatının da
temelleri atılmıştır. Selçuklu döneminde çini üretim merkezi Konya iken,
15. yüzyıldan
itibaren başta İznik olmak üzere Kütahya, Bursa ve İstanbul gibi
merkezler öne çıkmıştır.
İznik Yeşil Cami minaresinin sırlı tuğla bezemeleri dönemin güzel
örneklerindendir. Bursa
Yeşil Külliye’de sırlı tuğlalar çini mozaik tekniği ile beraber
kullanımlarıyla dikkat çeker.
1436’da Edirne’de yapılan Muradiye Cami, bir yandan geleneksel iç mekan
anlayışını
sürdürürken, öte yandan yeni arayışların da habercisidir. Çini-mozaik
tekniğinin uygulandığı
son mimari örnek Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı içinde inşa
ettirdiği Çinili
Köşk’tür. Renkli sır tekniğinin İstanbul’daki son örneği ise 1548
tarihli Şehzade Mehmed
Türbesi’dir 16. yüzyılın ilk yarısından itibaren sıraltı tekniğinin
uygulandığı, iç ve dış mekânlarda
çoğunlukla İznik’te üretilen çinilerin kullanıldığı görülür. Bu tarihten
itibaren yüzyılı aşkın bir
süre İznik, Osmanlı’nın en önemli çini ve seramik merkezi olmuştur.
Büyük ve önemli
yapıların çini tasarımları Fatih Sultan Mehmet’in sarayda kurduğu
Nakkaşhane’de
mimarbaşının denetiminde ustalar tarafından hazırlanmakta ve İznik’teki
atölyelerde
üretilmektedir. İslam dünyasında uzun bir geçmişe sahip olan fritli
seramik geleneği İznik’te
onu diğer merkezlerden ayıran en önemli özellik olarak ortaya çıkar.
Bütün üretim aşamaları;
seramik hamurunun hazırlanması, kullanılan hammaddeler, pişirim
teknikleri, astar, boya ve
sırlar, zengin renk yelpazesi, karakteristik desenler, hepsi bir araya
gelerek İznik
seramiklerinin sihrini yaratır ve eşsiz kılar Sert ve kaliteli beyaz
hamur, pürüzsüz bir yüzey,
şeffaf ve kırmızı sır 16. yüzyılın ikinci yarısında İznik seramiklerinin
karakteristik özelliği
olmuştur. Günümüze ulaşan sayısız örneklerde ustaca kullanılmış fırça
darbelerini, detaylı
bezemeleri, özgün stilizasyonları, sırlardaki renk kalitesini görmek
mümkündür. Ayrıca İznik
kazılarında bugüne kadar bilinmeyen renk ve desenlerde binlerce parçanın
yanısıra fırın kalıntıları da bulunmuştur.
Bahar dalları, laleler, karanfiller gibi çiçek motifleri, yelpaze
yapraklar, ağaç dalları, salkımlar ve çeşitli rozetlerden meydana gelen
bezemeleri radyal
düzende kalın çizgiler, kalın şeritler ve geometrik süslemeler takip
etmektedir. Dekoratif kuş
figürleri de yavaş yavaş çiniler üzerinde yerlerini almaya başlar.
Bunların yanısıra tavşan,
balık, geyik gibi hayvan betimlemeleri, hayvanların av ve mücadele
sahneleri, neshi ve küfi
yazılar İznik çinilerinde işlenilen başlıca konular olmuştur.
İznik seramiklerinin kalitesinin bozulduğu ve gerilemeye başladığı
dönemi Şerif Günyar şu sözlerle
özetlemektedir; “Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde, sarayın
hem sanatsal hem
de finansal desteğini çekmesi İznik’teki seramik üretimi için sonun
başlangıcı olmuştur.
Üretim giderek kalitesini yitirmiş, kullanım olanakları giderek
daralarak, ithal ürünlerle
rekabet edememeye başlamıştır. Ülkenin bozulan ekonomisi doğrultusunda,
siparişlerin
azalması, imalathane sayısında düşüşlere neden olmuş ve üretim 18.
yüzyılda tamamen sona ermiştir.”
İznik atölyelerinin gerilemesiyle birlikte, Frigler’den beri bir seramik
üretim merkezi
olarak kabul edilen Kütahya’ya da zaman zaman çini sipariş edilmeye
başlanır. Kütahya
seramiklerinde hamur farklılığının yanısıra, desenlerde de üslupsal
farklılıklar dikkat çeker.
İznik çinilerinin görkeminden uzak olmakla birlikte, sarı renk
tonlarının belirginleştiği bu
çiniler Üsküdar Yeni Valide Cami’nde, Kütahya Hisarbey Cami’nde ve
Topkapı Sarayı’nda bolca kullanılmıştır. Kütahya çinileri yine aynı
dönemde Ermeni kiliselerinde de kullanım
alanı bulmuştur. Çiniler dışında aynı dönemlerde üretilen seramikler de
gerek form gerekse
renk kullanımı açısından İznik seramiklerinden farklıdır. Kütahya
seramiklerinde beyaz
çamur ve sıraltı tekniği benimsenmiştir. 18. yüzyılda Kütahya’da
üretilen seramiklerde yeşil,
kobalt, turkuaz ve kırmızının yanı sıra, sarı ve mor gibi renkler de
kullanılmıştır. Beyaz ya da
krem renkli, beyaz astarlı, çoğunlukla şeffaf sırlı bu seramiklerde
stilize edilmiş bitkisel
motifler, insan ve hayvan figürleri, dinsel konular betimlenmiştir.
Üretilen formlar ise küçük
tabaklar, fincanlar, mataralar, gülabdanlar, yüzey karoları ve askı
toplarıdır. Sadece renk ve
desen bakımından değil, form bakımından da etkileyici bir zerafete sahip
olan Kütahya çini ve
seramik üslubu Türk seramik sanatının yarattığı son orjinal üslup olarak
kabul edilmektedir.
19. yüzyıla gelindiğinde, gerek yapı etkinliğinin giderek azalması,
gerek hamur ve bezeme
açısından kalitenin düşmesi sonucunda Kütahya çiniciliği de gerilemeye
başlar, yüzyılın
sonunda ise neredeyse tamamen yok olur.
Üretimi günümüzde neredeyse tamamen duran Çanakkale seramikleri, gerek
üslup,
gerekse desen ve renk açısından Türk seramik sanatına büyük yenilikler
getirmiştir. Kaba
kırmızı, ender olarak da bej hamurlu, sıraltı tekniğiyle bezeli
Çanakkale seramikleri ilginç
desenleriyle dikkat çeker. 17. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk
çeyreğine kadar İznik ve
Kütahya seramiklerinden oldukça farklı biçim ve sırlama anlayışlarıyla
çeşitli özgün örnekler ortaya konulmuştur. Gönül Öney, Çanakkale
seramikleriyle ilgili şunları söylemektedir;“18. yüzyıl
Çanakkale seramiklerinde desenler serbest fırça darbeleriyle
verilmiştir. Soyut çiçek motifleri,
rozetler, benekler, yelkenliler, kalyonlar, camiler, köşkler, kuşlar,
balıklar, hayvan
betimlemeleri büyük bir ustalıkla özlü ve soyut şekilde işlenmiştir.”
Çanakkale
seramiklerinin önemli bir özelliği de ürün çeşitliliğidir. Küp, ibrik,
testi, vazo, şekerlik, saksı,
mangal, çanak, çömlek, tabak, matara, şamdan, fincan, lamba, hokka,
demlik, hayvan veya
insan biçimli dekoratif ürünler gibi çok çeşitli seramikler yapılmıştır.
Form çeşitliliği
renklendirme ve sırlama da da kendini göstermektedir. Tek renk sırlı
olanlar gibi, üst üste
akıtma şeklinde çok renkli örneklere de rastlanmaktadır. Kimi örneklerde
sır üstü yaldızlı
dekorlamalar dikkat çekmektedir. Bazı geç tarihli örneklerde ebruli
renkler de bulunmaktadır.
19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başı Çanakkale seramik
örnekleri çoğunlukla zevksiz ve abartılı desenler sergiler. 19.
yüzyıldan itibaren, giderek Batılılaşma hareketleri ve başta saray
çevresi olmak
üzere yemek ve sofra alışkanlıklarının değişmesi porselen sofra eşyası
kullanımını gündeme
getirmiştir. Aynı dönemde Osmanlı toprakları içerisinde porselenin
hammaddesi olan kaolin
yataklarının işletilmeye başlaması da porselen üretimine geçişi
hızlandırır. “1845’de Boğaz’ın
Anadolu yakasında, Beykoz yakınlarında İncirli’de Ahmed Fethi Paşa
tarafından açılan bir
imalathanede “Eser-i İstanbul” damgasını taşıyan duvar çinileri,
tabaklar, sürahiler, kapaklı
bardaklar üretilmeye başlanır. Bu eserler Osmanlı zevkini yansıtan çiçek
ve bitki motifleriyle süslenir. İmalathane, sahibinin ölümüne dek
yaklaşık 20 sene hizmet verir.”
1892’de Sultan
II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nın bahçesinde yeni bir porselen imalathanesi açılmasını ister.
Sevres Fabrikası, İstanbul’a mühendis ve ustabaşlarını yollar hatta seramik çamuru ve gerekli
diğer malzemeleri de sağlayarak üretimi başlatır. Ay-Yıldız damgalı porselenler hem sarayın
ihtiyaçlarını karşılamak hem de yabancı elçi ve hükümdarlara seçkin armağanlar vermek
amacıyla üretilir. Son derece dekoratif parçalar, tabaklar, vazolar, levhalar çoğunlukla
büyüleyici İstanbul manzaralarıyla süslenir ya da padişahın portresini veya tuğrasını
resmeder. Yıldız Porselen Fabrikası 1909’da II.Abdülhamit’in tahttan inmesiyle kapanır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde başta İznik, Kütahya ve Çanakkale merkezleri
başta olmak üzere özellikle İslamın etkisiyle mimari yapı süslemeleri, dekoratif ürünler, sofra
eşyaları gibi çok sayıda seramik ürünler verilmiştir. Bunu takip eden dönemde Cumhuriyet ile
Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri,
gerekse Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.
Günümüzde Çağdaş Türk Seramik Sanatı ve endüstrisi Anadolu ve Türk kültür tarihinin
birikimiyle gelişimini sürdürmekte ve dünyada hakettiği yeri almaya çalışmaktadır.
